Türkiye zor bir dönemden, dönemeçten geçiyor. Geçmeye çabalıyor demek belki daha doğru. Öyle anlaşılıyor ki bu zorlu geçiş yılları uzun sürecek. Bu topraklarda neşvünema bulacak yeşermeler, arayışlar, çözümler, kararlar ve bunlara paralel gidecek uygulamalar, Türkiye'de yaşayan insanlar yeterince ve gerektiği ölçüde farkında olmasalar da önemini muhafaza edecek. Çünkü tarih boyunca buralar coğrafya olarak, kültürel zenginlikleri ve siyasî çözümleme teknikleri açısından dünyanın/dünya sisteminin kulak kabarttığı yerlerden biri olma özelliğini hep sürdürmüştür. Bu özellik hem riskleri davet ediyor hem de büyük fırsatlara imkân hazırlıyor. "Tehlike büyük ümit de".
Yalnız fırsatları değerlendirecek, riskleri göğüsleyecek insanlara, kadrolara, kurumlara ve bunların hepsinin birlikte yaslanacakları düşüncelere hatta felsefeye ihtiyaç var. İşte Türkiye'nin zaaf içinde olduğu nokta burasıdır, İlk bakışta göze çarparı insanların, kurumların iş başa düştüğü zaman ne kadar varlık gösterebilecekleri, birikimlerini kullana bilecekleri konusunda kişi olarak; millet olarak ve devlet olarak şüphelerimiz ve tereddütlerimiz var. Bütün bu tereddütlerin hayati öneme sahip olduklarını da herhalde kimse inkâr edemez. İnsan ve kadro biçme mekanizmasına dönüşen, bu topraklara bağlı insanları fersiz kılan darbelerin tereddütleri arttırdığı ve koyulaştırdığı da bir gerçektir.
Elinizdeki denemelerin yazarı Mahir Kaynak'ın hayatı da askeri darbelerle yakından alâkalı. 12 Mart'ın zorlu yılları onu bir şekilde kenara itip yalnızlığa sürüklerken 12 Eylül sonrasının daha da zor şartlan ona yeni bir yaşama ve mücadele alanı açtı. Mücadeleden çekilmediğini, memleketinin meseleleri üzerine kafa yormaktan, dünyayı takip etmekten, mesleklerine uygun olarak kısa ve uzun vadeli çözümler üretmekten ve bunları küçümsenemeyecek bir cesaretle açıklamadan uzaklaşmadığını gösterdi