Konusu:
Mehmed Niyazi Bey'in, Marmara Kıraathanesi etrafındaki hayatı anlattığı, "Dahiler ve Deliler" isimli kitabı bir gecede okuyup bitirdikten sonra, vaktiyle İstanbul'da okumadığıma esef ettim. Deliler ve Dahiler kitabını sevdim. Mehmed Niyazi Ağabeyimiz kitabı roman tarzında kurgulamış. Zihnimi hiç terk etmeyen yazar kıskançlığı ile hemen, "ben olsaydım hâtıra türünde kaleme alırdım" diye geçti içimden. Bir mekânın etrafında yaşayan insanların romanını kağıda aktarmak herhalde kolay iş olmasa gerek. Yazar da, "Kartal" isimli sanata ve edebiyata düşkün, başarısız ve hayalci bir genci romanın mihrakı haline getirerek yan planlarda kıraathane müdavimlerinin hayatını hikâye ediyor ve bu hikayelerde her biri kendi başına roman teşkil edecek kadar canlı karakterler de zaman zaman öne çıkıyorlar. Mesela "Mu Mehmed" böyle bir tip; kezâ kitabın ithafedildiği Hilmi Oflaz ve Binbaşı Hüsrev de öyle. Zaman zaman romanda bu insanlar Kartal'ı unutturacak derecede öne çıkıyor veya önemsizleştiriyorlar ama romanda asıl kahramanın bir mekân olduğunu unutmamak gerek. Hal böyle olunca roman tekniği ön plana alınarak yapılacak bütün tenkidler arka planda kalıyor ve biz okuyucular, en fazla günaşırı aralıkta Marmara Kıraathanesi'nde bir araya gelip düğümlenen ve tekrar çözülerek İstanbul'a dağılan kahramanların müşterek hikâyesini zevk ve merakla takib edebiliyoruz. Romana ara sıra iştirak eden işte bu insan kadrosu, adeta devrin fikir ve karakter icmâlini flu renklerle inşâ etmek bakımından esere bir "belgesel" çeşnisi veriyorlar.